Ama Nemrut’un zamanında Adem’in çocuklarının çoğu, Rabbe saygı duymuyorlardı. Tanrı’ya ve O’nun sözüne ihtiyaçları olmadığını düşündüler; kimsenin onlara bir şey anlatmasını gerekli görmediler. Bir bağımsızlık ve isyan ruhu tarafından yönetildiler. Bu aynı tutum, Adem’in çocuklarının yüreklerinde günümüze kadar gelmiştir. Aynı tutumu küçük çocuklarda bile kollarını küstah bir tavır ile kaldırıp, “Hayır, yapmayacağım!” dedikleri zaman görebiliriz. (Woloflarda inatçı bir reddediş ifadesi). Ve bu aynı isyan ruhunun daha da fazlası yetişkinlerde bulunur. Evlerde ve dünya uluslarında görülen bu çekişmenin nedeni nedir? “Ben kendi kendime bakabilirim. Benim geleneklerim en iyisi. Benim dinim benim için yeterince iyi. Benim mezhebim doğru. Benim insanlarım en üstün. Benim kabilem en akıllısı. Benim adım en önemlisi. Benim şeylerim! Benim isteğim! Benim işlerim! Benim param! Benim! Benim! Benim!!! İnsanoğlu nasıl da ben-merkezlidir! Herkes kendi çıkarları ile ilgilenir. Bu, benliğe öncelik veren bağımsızlık ruhu, dünyanın çekişme, kavga ve savaşlar ile dolu olmasının nedenidir. Ama Tanrı, böyle bir ruhtan nefret eder. Çünkü yalnızca O’nun adı yüceltilmeye layıktır. Bu neden ile Tanrı, Sözü’nde şöyle der: “Rab benim; adım budur! Yüceliğimi bir başkasına vermeyeceğim!” (Yeşaya 42:8)
Ama her şeye rağmen, göklere erişecek bir kule yapmaya başlayan kişiler Tanrı’nın yüceliği ile ilgilenmediler. Onlar yalnızca kendi yüceliklerinin peşindeydiler. Yaratıcılarının Adı’na gereksinme duymadılar, bu Adı hor gördüler. O zaman yaşayan insanlar elbette dindar kişilerdi, ama Tanrı’nın sözünü önemsemediler. Göklere kendi yolları aracılığı ile ulaşabileceklerini düşündüler. Düşünün! Tufandan yalnızca beş yüz yıl sonra insanlar tekrar kendi yollarına döndüler ve onlara yaşam ve soluk veren Rabbi önemsemediler. Aynı, yıkandıktan sonra gidip çamurda yuvarlanan bir ata benziyorlardı! (Bakınız 2.Petrus 2:22)
İnsanın yaşamını Tanrı’dan ve O’nun Sözü’nden ayrı yaşamak istemesi ne kadar da ahmakça ve kötü bir davranış!
Bu durumda Tanrı ne yaptı? Yaratıcılarından bağımsız yaşamak isteyen insanın planını görmezlikten mi geldi? Hayır, görmezlikten gelmedi! Tanrı’nın ne yaptığını dinleyin. Kutsal Yazılar şöyle der: (Yaratılış 11) 5 Rab, insanların yaptığı kent ile kuleyi görmek için aşağı indi. 6 ’Tek bir halk olup bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiç bir engel tanımayacaklar’ dedi. 7 ’Gelin aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar.’ 8 Böylece Rab onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. Bu nedenle kente Babil adı verildi. 9 Çünkü Rab bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı.”
Böylece Tanrı’nın kendi yücelikleri için büyük bir kent bina etmeye başlayan Nemrut ve diğerlerinin kurmuş oldukları planı nasıl bozduğunu görüyoruz. O zamana kadar dünyadaki herkes aynı dili konuşurdu. Ama o gün, Tanrı, bundan böyle birbirlerini anlamamaları için onların dillerini karıştırdı. Tanrı’nın, Nuh’un soyuna, ‘yeryüzünü doldurmalarını”; dünyanın her köşesine yayılmalarını buyurmuş olduğunu hatırlayacaksınız. Ama Nemrut ve izleyicileri, her şeyi kendi düşüncelerine göre yapmak istediler ve dünyadaki tüm insanları tek bir yerde toplamayı amaçladılar. Tanrı, bu niyetlerini onlara yeni diller vererek bozdu. Tanrı, işte onları bu şekilde tüm yeryüzüne dağıttı. Bugün dünyada yüzlerce ulus ve binlerce dilin var olmasının nedeni budur.
Tanrı, dünyanın dillerini karıştırarak kesinlikle tam ve eksiksiz bir iş yaptı. Yalnızca Senegal’de konuşulan dil sayısını düşünün! Ah, Tanrımız ne kadar da büyüktür! Her Şeye Gücü Yeten Tanrı’ya karşı olup da başarılı olabilecek hiç kimse olamaz! “Bir yumurta bir kaya ile güreşmemelidir!” (Wolof atasözü – Türkçe’deki karşılığı: “Haddini bilmek”) İnsan Tanrı ile “güreşmeyi” denedi ve kaybetti. İnsanın Tanrı’ya karşı isyan ederek bina etmeye çalıştığı bu kentin adını biliyor musunuz? Evet, kentin adı Babil’dir. Babil, kargaşa sözcüğünü çağrıştırır. Tanrı’dan ve Sözü’nden uzak bir yaşam yalnızca kargaşadır!
Babil kentinin ve kendi adlarına ün kazanmaya çalışan insanların öyküsü budur. Bizler de Babil halkına benziyor muyuz? Hiç kendimizi yücelttiğimiz oluyor mu? Tanrı bize, böyle yapmanın günah olduğunu söylüyor. Dinleyici dostum, yüceltmeyi arzuladığın isim kimin ismi? Kendi ismin mi? Bir insanın, belki de bir dervişin (Kuzey Afrika’da Tanrı adamı sayılan din önderi) ismi mi? Ya da Rab Tanrı’nın ve yalnızca O’nun adını yüceltmeyi mi arzuluyorsunuz? Kimin övgüsünü (teşekkürünü) arıyorsunuz? İnsanın övgüsünü mü? Yoksa Tanrı’nın övgüsünü mü arıyorsunuz? Kesin olan bir şey vardır ve o da şudur: insanlardan gelen övgü gelip geçicidir, ama Tanrı’dan gelen övgü sonsuza kadar kalıcıdır. Tanrı Sözü şöyle der: “İnsan soyu ota benzer, bütün yüceliği kır çiçeği gibidir. Ot kurur, çiçek solar, ama Rabbin sözü sonsuza kadar kalır.” (1.Petrus 1:24)